19 Mart 2012 Pazartesi

Kuru fasülye-pilav :)

          Son zamanlarda kendimi bir hayli yorgun hissediyordum. Yeterince uyuduğumu ve yorulmadığımı düşündüğüm zamanlarda dahi enerjimi bir türlü toplayamıyorum.. Yaptırdığım kan testi sonucunda bir hayli kansız olduğum belirlendi ve "genel bir kansızlık" durumu olduğu söylendi. Ben de aksini hiç beklemiyordum. Zaten doğum yapmadan önce dahi kan değerleri hiç de normal sınırlarda biri olamadım. Bunun üzerine doğum, emzirme, düzensiz beslenme olunca kansızlık kaçınılmaz bir sonuç oldu benim için. Üstüne üstlük her gün içtiğim bardaklarca çay ve türk kahvesi de cabası... Ama bu duruma bir el atıldı artık. 2-3 doktor ciddi manada uyarınca beslenme düzenimizde değişikliğe gittik. Demir ilaçları, folik asit ve omega3 takviyesine başladım 1 haftadır. Daha iyi gibiyim sanki, ama bu midemdeki açlık hissi sanırım hiç geçmeyecek:) (haplardandır diyerek bardağın dolu tarafına odaklanıyorum.)
          Bizim sağlıklı beslenmeye başlamamızla birlikte oğlumuzun beslenmesinde de değişiklikler olmaya başladı. Kerem'in yediklerine ne kadar dikkat etmeye çalışsam da atladığımız bir durum vardı: Kerem bizim gibi davranıyordu. (yani hep duyduğumuz bir şey; sözlerinizle değil, davranışlarınızla örnek olun!) Kahvaltı da sucuk ızgara yapılmışsa, oğlumuz da yumurta yerine onu tercih ediyordu. (Hem neden tercih etmesin ki, gerçekten daha lezzetli! Bu arada sağlıksız olan şeyler lezzetli olmak zorunda mıdır? bakınız hamburger, bakınız kola. Hem sağlıksız hem lezzetsiz olsaydı bu saydıklarım gerçekten yemezdim :P) Hatta neredeyse bir yetişkinin yiyebileceği kadar yiyordu. Artık söz verdik ailecek, bu sefer çok ciddiyiz!! Evimize cips, sosis, salam almayacağız. Bizim eve sosis ve salam girdiği nadirdir, bu konuda sorun yok da, ah o cipsler yok mu o cipsler...(soğanlı-peynirli... hımm bayılırım) Ama çikolata konusunda söz veremem, günde 1 tane yemezsem kendimi kötü hissederim:) Zaten sözümüzü iki gündür tutuyoruz. Bu durumun Kerem'e de çok yaradığını düşünüyorum. Evdeyken ben hazır gıda vermem, ancak arabada oğlumuz muhakkak bizden çubuk kraker ya da şeker ister. "Annecim üzümlerin içine bal katmışsın" diyerek kıtır kıtır yiyor siyah üzümleri. Bizimle birlikte tarçın çayı içiyor, "bi daha koyar mısın? diyerekten :)
          Pazar günleri genelde evde yemek yapmam, dışarda yeriz. Dün kuru fasülye-pilav yedik:) (5 yıllık evliliğimizde bir ilk!) Hem de yanında kola yoktu. Çamlıca'da "Çömlek Kahvaltı" diye bir mekan var. Taşfırında kuru fasülye yapıyorlar. Kuru fasülyesiyle ünlü. Ben eşime "dışarıda kuru fasülye mi yenir?" dediğim için şu anda çok mahcubum:( benim gibi kuru fasülye ile arasında mesafesi olan birinin bile bayılacağı bir lezzet. Oğlumuz dahi o kadar çok yedi ki, eşimden tekrar gitmek için bir söz aldık:) Haftasonu değişik mekan arayanlara tavsiyemdir. Tek olumsuz yanı kalabalıklığıydı. Bu yüzden masalar birbirine çok yakın hatta aynı masada yemek yiyormuş gibi hissediyorsunuz. Ancak, bahçesi ve terası oldukça ferahtı, çocuklu aileler için de en önemlisi bu sanırım, kalabalıktan en az etkilenmek için sanırım en iyisi hafta içi gitmek:)

28 Şubat 2012 Salı

Aşırı Ebeveynlik - "Freud'a Ne Yaptık da Çocuklarımız Böyle Oldu?"

         Zamanın anneleri olarak oldukça evhamlıyız. Kaygılarımız o kadar yoğun ki ne yapacağımız konusunda, dönüp çocuğumuzun kişiliğin tek ve ona özgü olacağına bakmaktansa, hemen "google amca'ya" danışır olduk. "Şu aydan itibaren günde kaç ml süt içmeli, gündüz uykusu ne kadar olmalı, gece ne sıklıkta beslemeli.. v.s. ". Bizim çocuğumzdan daha çok süt içen bebekleri ,daha fazla ve düzenli uyuyan bebekleri gördüğümüz zaman ise kaygılarımız tavan yapmaya başlıyor. Bazılarımız bu stresi çocuklarına yansıtıyor. Genlerimize yazılmış sanki, dışarıdan gelen uyarılara karşı oldukça duyarlıyız. Örneğin parka çıkmışızdır. Hemen oradan bir teyze yaklaşır bize, "kızım bu çocuğun ağzını atkıyla kapatsana, bak şapkasını takmalısın hava çok soğuk, hasta edeceksin çocuğu... v.s" Bunu duyan anne az biraz da evhamlıysa vay o çocuğun haline. Çocuk artık annenin elinde deneme tahtasına dönüşebilir.
        İlk bebekte insan az hata yapayım diye, daha çok araştırıyor, okuyor, soruyor ama hissettiği şeyi yapmakta zorlanıyor sanki. Örneğin ben oğluma emzik almıştım,nitekim bebeklerde emziği çok severim, doğum yaptığım günün ertesi oğluma verdim emziği, o da sağolsun beni zorlamadı hemen aldı. Hastanenin hemşireleri müdehale etmediler, tavsiye eden bile olmuştu üstelik.. Neyse bizim sağlık ocağına gitmemiz gerekiyordu topuk kanı, boy, kilo ölçümü için. Ordaki hemşire hemen Kerem'in ağzından emziği çekti aldı. Sen bu çocuğa emzik verirsen seni nasıl emer, kilo alamaz.. bıdı bıdı... Ben birkaç ay Kerem'e emzik vermedim, annem benim uykusuzluğuma üzülünce emziğe alıştıralım dedik tekrardan. Bizim sevgi pıtırcığı küçük veled istemedi tabiki. (neden istesin ki? annesi varken:) ) Ne kadar uğraşsam da olmadı. Hee Kerem emzik emmedi diye dünyanın sonu gelmedi elbette. Şimdi düşünüyorum da nasip olur da 2. bebeğim olursa daha çok kendi bildiğimi yapacağım. Örneğin,  100 gr az aldı diye evhamlanmayacağım.
         Konu dağıldı, şöyle toparlayayım; nasıl yetişkinler olarak biz birbirimize benzemiyorsak, çocuklarımız da öyle. Hepsinin kişiliği biricik ve kendine özgü. Birinde uygulanan doğru yöntem, diğerinde yanlış birşey haline gelebiliyor. Hazır reçetelere başvurmak yerine çocuğumuza dönüp bakmamız gerekiyor. Bu konuyla ilişkili olarak bir kitap var:   "Freud'a Ne Yaptık da Çocuklarımız Böyle Oldu?" Yazarı Cathelina Mathelin.


Bizim kültürümüzden uzakta örnekler yer alsa da kitap öyle hızlı akıyor ki, insan hi bitmesin istiyor. Kitapta birbirleriyle iletişim halinde olan tiyatro kahramanları var.  Bu sahnelerin arkasında "psikanalize meraklı anne-babalara notlar" adı altında yazarın görüşleri yer alıyor. Yazar burada biz anne-babaların nasıl bir kaygı-evham içinde olduğumuzu gösteriyor. Psikoloji el kitaplarına "Büyük Yakafon" adını veriyor. Bu kitapları bir kutsal metinmişcesine çocuklarımıza uygulamaya çalışmamızı gün yüzüne çıkarıyor. Ve kitapta yoğun olarak vurgulanan bir şey var ki, bence bu husus oldukça önemli: "Bir çocuk için ne yapacağını bilemeyen bir anne-baba kadar kaygı verici bir şey yoktur. Çocuklar sınırlarını bilmezler. Her şeyi isteyebilirler. Ancak anne-babaların şunu söylemesi gerekir: "Her şeyi isteyebilirsin tatlım, ben tehlikeli olana izin vermemek için buradayım."
Kitabın çevirisi daha iyi olabilirdi ve tabi ki de bizden örnekler olsaydı daha verimli olurdu. Yine de mutlaka kitaplıkta olması gereken kitaplardan biri..

14 Şubat 2012 Salı

Çocuğumuz, Biz ve Televizyon

          Hayatımıza bir canlının girmesiyle çizgi filmlerle yeniden tanışmış olduk. Yeniden diyorum, çünkü bizde küçüklüğümüzde çizgi film izlemekten zevk alırdık. Ben küçükken, Tom ve Jerry, Jetgiller, Taş devri çizgileri favorimdi. Hatta kardeşimle anlaşırdık; sen Tom ol, ben Jerry.. Tabi, Jerry her zaman Tom'u alt etmesini bilirdi. Jerry'i seçmemin nedeni de buydu. Biz küçükken zannetmiyorum ki ailelerimiz, çizgi kahramanların hangisi zararlı, hangisi eğitici diye düşünsünler. Zaten günde ne kadar televizyon izliyorduk ki? Kahvaltıyı yapınca dooooğru dışarı; ip atla, evcilik oyna, salıncağa bin :) Zaten dışarıda olmasak bile, komşular gelirdi, biz giderdik vs. Aradan öyle çok uzun zaman geçmemesine rağmen, benim yaşadığım çocuklukla, çocuğumun yaşadığı-yaşayacağı çocukluğun, birbirinden hayli farklı olduğunu gözlemledim.


          Televizyonla, bilgisayarla daha erken yaşta tanışan-tanıştırılan çocuklar Tv karşısında oldukça fazla zaman geçiriyorlar. Ben, anne-baba olarak Tv konusunda oldukça seçici davranmamız gerektiğini düşünüyorum. Bir çocuğun Tv karşısında saatlerce oturtulmasını, sırf yaramazlık yapmasın diye bilgisayar oyunlarına gömülmesini, doğru bulmuyorum. Birçok annenin elbette kendine göre haklı gerekçeleri olabilir. Ama çocuk yetiştirmek, dünyaya bir can gelmesine vesile olmak sorumluluk ve fedakarlık gerektiren bir durumdur. Saldım çayıra Mevlam kayıra anlayışıyla televizyonlara bakıcı-eğitici rolünü yüklemek en başta kendi çocuğumuza zarar verir. Bebekler, yeni doğduklarında her ne kadar söylenenleri anlamıyor gibi gözükseler de bir çok şeyi anlıyorlar. (Anneye verilen tepki ile yabancıya verilen tepkinin aynı olmaması gibi)Araştırmalara göre, beyin gelişiminin yaklaşık %80'i 0-6 yaş arasındaki dönemde gerçekleşiyor. Zaten insanoğlunun da anne karnından sonra en hızlı geliştiği dönem de bu dönemdir. Yeni doğan bir bebeği düşünürsek, yaşadığımız bu dünya hakkında bir görüşleri yoktur. Su sıcak mıdır?, soğuk mudur?, renkli midir?, renksiz midir? günde kaç bardak su içmek gerekir? Bütün bunları insanoğlu öğrenme aşamasından geçmektedir. Yani çocuklar her şeyi ilk defa öğrenmektedir ve her şeyi merak etmektedir. 2 yaş civarında başlayan "bu ne?" sorusu 3 yaş civarında kendisini "neden?" diye göstermektedir. Bir öğrencimizle yaşadığım diyaloğu anlatamadan geçemeyeceğim; B: Eve gidiyoruz Ç: Neden eve gidiyoruz? B: Çünkü okul bitti Ç: Neden okul bitti? B: Çünkü akşam oldu Ç: Neden akşam oldu? bu muhabbet böyle uzayıp gider:) Keremle bu aralar anne bu ne?, anne bu ne sorularına cevap vermekle geçiyor zamanımız. yaklaşık 6-7 nesneye bu ne? demeden ikna olmuyor :) Konu biraz fazla uzadı, demem o ki, bu dönemde çocuklarda, bizlerin yitirdiği merak ve öğrenme duygusu hakim, her şeyi öğrenmek, herşeyi sormak ve dokunarak tanımak istiyorlar. Televizyon izlerken bu ne kadar mümkün? Televizyondaki çizgi kahramana dokunmak, soru sormak mümkün mü?(Tv izlerken, görür ve duyarız, ancak ne dokunuruz, ne tad alırız, ne de kokusunu hissederiz. Yani bir şeyler eksik kalır.) Aileler olarak da çoğu zaman kolay olanı tercih ettiğimizden çocuğun izlediği şeyleri sorgulamıyoruz. Birazcık oyalansın da ben işimi yapayım mantığı çok yaygın. Zaten olumsuz örnek oluşturabilecek çizgi kahramanları hiç saymıyorum bile. Bu dönemde çocuk gördüğünü gerçek sandığı için , Pokemon gibi uçmak istiyor. Anne babalar olarak bizlere önemli görevler düşmekte o bakımdan çocuğumuza tv açmadan önce şunlara dikkat etmemiz gerektiğini düşünmekteyim:

  • Anne-babalar olarak biz tv konusunda nasıl örnek oluyoruz?  
  • Çocuk tv izlerken öyle bir noktaya takılıp, çevresindeki olaylara tepkisiz mi kalıyor? 
  • Çocukla birlikte çizgi filmi yorumlamaya, anlamaya çalışıyor muyuz? 
  • Çocuk günde ne kadar tv izliyor? 
  • İzlediği çizgi kahramanlar olumsuz örnek oluyor mu?

17 Ocak 2012 Salı

2 yaş muhabbeti

Oğlumla muhabbetlerimiz bir hayli arttı. Artık devamlı sohbet eder haldeyiz. Geçen hafta, ananemizden eve geçiyorduk. Saat gece 11.00, bizim veledin doğal olarak uykusu gelmiş. Bizimki başlamaz mı şarkı söylemeye, mest oldum. Şarkımız şu şekilde: uykudan uyanmış, gülermiş bakarmış babası onu severmiş, öpermiş Yalnızca bu kısımlarını öğrenmiş olsa da, o minicik ağızdan şarkı dinlemek çok keyifliydi. Pepe'yi de çok seviyor ve ordan da "2 ekmek aldım", "Pepe Pepe çok ağlıyor", gibi şarkıları söylüyor. Uykuya şarkı eşliğinde geçiyoruz, hareketli veya hareketsiz, hiç farketmez. Arabada bile radyo açık değilse uyumamayı tercih ediyor. Yeni doğan bir bebekle, iletişim kurmanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Bu iletişim, dokunarak, koklayarak, konuşarak olabilir. Anne karnında bile, bebekler sesleri duyup tepki verebiliyorken, doğduktan sonra da göz teması kurulması, farklı tınıda müziklerin dinletilmesi, onunla konuşulması çok önemli bence. Bununla birlikte, bebeklikten itibaren televizyonla çok vakit geçirmemesi de sağlanmalı. Televizyon, biz yetişkinler açısından bile fazla seyredildiğinde, olumsuz etkiler gösteren bir alet. Herşeyi dengelemek önemli. Kerem 5. ayını bitirdiğinde çalışmaya başladım. Çalışmadan önce gündüzleri televizyon açmamaya özellikle dikkat ediyordum, özellikle TV karşısında yemek yedirmekten uzak duruyordum. Zaten oğluşum, Tv ile arasına hep bir mesafe koymuştur. Enerjisine yetişemeyip yorulduğum zamanlarda itiraf ediyorum TV açıp biraz izlesin istiyordum. Ama O, oturup TV izlemek yerine, hoplayım, zıplayım, karıştırayım diyordu. 2 yaşına yaklaşmaya başladığında TRT ÇOCUKTAKİ bazı programlar çok sevdi. Özellikle de Pepe'yi çok sever oldu. Hatta bu aralar onunla konuşuyo. "Pepeee ordan gitme, Pepeee pembe kule :)" Bu kadarcıktan da birşey olmaz sanırım di mi:) Gerçi Fransa 3 yaşına kadar TV izletilmesini yasaklamış ama... Yazının sonunu haftasonuyla bitireyim. Bizim küçük adam, c.tesi sabah 7.30 da uyanmış, hemen annesinin kalkmasını istiyor. ben de; oğlum biraz daha uyuyayım sen oyna dediğim halde, kızdı beni kaldırdı. Neyse biz kalktık, sütümüzü içtik, birşeyler yedik. Saat oldu 10.30 babamız hala uyuyor. "Oğlum Babanı kaldırır mısın?" dedim. Koşarak babasının yanına gitti. "Anne uyuyo babam" dedi, "tamam oğlum kaldır babanı işte" deyince. "Yaaaaaa uyuyooo istemicem, kaldırmıcam, uyusun" dedi. Bu durumu Pazar sabahı da yaşadık. Babası duyunca haliyle çok sevindi...
(İç ses) Oğlum bi güzellik yapsan haftaya, annem uyuyo baba, sen kalk desen... Çok mu şey istiyorum acaba :)

15 Ocak 2012 Pazar

Başlıksız...

Bu sene Kerem'in doğumgününü 1.5 aylık bir gecikmeyle gerçekleştirdik. Babamızın sınavları, koşturmaca ve kardeşimin askerden gelecek olması nedeniyle "biraz" geciktik :)Dayısı geçen sene de katılamamıştı.Ee 15 ay askerlik yapmak kolay değil. Çok şükür ki bitti ve sağsalim yanımızda. Bu sene bizim için çok zor bir yıldı. Canım babamı, Haziran 2011'de kaybettik. O'nu çok özlüyoruz, yeri hiçbirşeyle doldurulmaz. Kardeşim bu süreçte askerdeydi. Bütün üzüntüleri üstüste yaşadık. Hala bazı şeylere aapte olmakta zorlanıyoruz, tamamen normale dönme gibi bir beklentim yok zaten, evden bir kişi gittiğinde, herşey eksik kalıyor. Şükür ki babama dair o kadar güzel anılarım var ki. Babacım, iyi ki benim babam Sen olmuşsun, Rabbim misliyle razı olsun Senden, seni çok seviyorum...

biraz ordan, biraz burdan

An itibariyle, 25 aylık bir yumurcağın annesiyim. Efendim, bizim yumurcak yorulmak bilmeyen, uykuyu sevmeyen, kıpır kıpır bir veled. Bu aralar daha çok eğleniyoruz, sohbet ediyoruz, birbirimize hikayeler anlatıyoruz. Gerçekten de konuşmaya başlayınca çok tatlı oluyorlar. Gerçi her dönemleri ayrı bir güzellik, ayrı bir merak konusu.(mesela çok merak ediyorum 4 yaşında nasıl olacak, büyüdüğünde, okullu olduğunda, nasip olursa kardeşleri olduğunda ne yapacak?) ama şu 2 yaş sendromu dedikleri şeyi, yaşayarak öğrenmek (hala da yaşıyoruz baklaım ne kadar sürecek?) de, aldığım eğitimi pekiştirmeme vesile oldu. Herşeye "istemiceeeem" diyor. "Oğlum, parka gidelim mi?", "anne istemiceeem", "oğlum dışarı çıkalımmı?" "anne istemiceeeem"  bazen çok komik oluyor, sırf istemiceeem desin diyo sorular bile soruyoruz. Örneğin; 6 tane rengi tanıyor. (sarı-kırmızı-pembe-mavi-yeşil-siyah) mesela sarı küpü uzatıyorum, oğlum bu ne renk? diye soruyorum: Kerem: pembe, ben: hayır oğlum pembe değil, sarı diyorum. bu sefer bağırarark "pembeeeeee" diyor.(bi de e'leri inceltmiyor mu, gel de yeme). bu olayı gün içinde sık sık yaşıyoruz. ama tabiki bu normal gelişimin gereği bir durum. 2 yaş civarında(18. ayda başlayanlar da var) bu tarz benmerkeziyetçiliğin olması yaşının gereği. bundan, çok değil 2 yıl öncesiyle tümüyle annesine veya ona bakana muhtaç olan canlı, konuşmaya başladı, yemeğini kendisi yiyor, sohbet ediyor, doğumgünü bile istiyor. Bütün bunlar haliyle çocukta kendine güven duygusu getiriyor. Bu dönem ne kadar zor da olsa, onunla birlikte büyümek ve gelişmeyi, hiçbirşeye tercih etmem.

6 Ocak 2012 Cuma

Neden blog?

Okuduklarım, gördüklerim, yaptıklarım ve yapmak istediklerim, bende blog açma isteği oluşturdu. "Söz uçar yazı kalır" misali, geçici olanı kalıcı olana tercih etme uğraşı içindeyim. "Vira bismillah" diyelim o halde...